16 Şubat 2009 Pazartesi

Minik Dere

Çok önceden minik dereydi. Sonunda, o da canından bezdi. Sıkıldı bir dolu yük taşımaktan. Nasıl çıkacaktı o kirleri? Bıktı artık boz bulanık akmaktan.

Üzerinde dorukların iri gözleri, içinde sakladığı tanrısal bir izle, senin ve benim gibiydi. Fışkırdı saf ve tertemiz. Çırılçıplak çoşkulu bir maviydi. Her yandan ulu ağaçlar, o an gövdelerini saygıyla eğdi. Renklerine bağlanmış sevgiydi. Çiçekler gülümseyerek geri çekildi. Yol gösterdi tutsaklıktan acılı kayalar ve o, ilk gününe merhaba dedi.

Şubat'a Dair Söylenmiştir

Ağır bir kıştan çıkmaya çırpınıyordu şehir. Yalancı bir güneş, sahte yüzünü göstererek dolanıyordu gökyüzünde. Etrafım, amaçlı amaçsız bir yerlere koşturan bedenlerle doluydu. Bütün kalabalıkları kucağımda uyutmuş gibiydim. Zaten çoktandır kimseyi de umursamıyordum. O koşuşturmaların, o hareket bolluğu arasında, dingin bir masanın iki bedeniydik ikimiz. Sigara dumanına boğulan fısıltılarla, sessizlik örüyorduk sabah gülümsemelerinden. Sadece, bir iki kahve kokusu değiyordu bedenlerimize. Neredeyse ağır bir kıştan çıkacaktı şehir. Çırpındıkça çırpınıp duruyordu. Masamızda sonrasını düşünmeyen iki beden, artık hiç susmadan konuşuyordu. Tabaklarda bitmemiş yemeklerden belliydi bu. Kimbilir belki de bir tek ben durmadan durmadan konuşuyordum, şimdi hatırlamıyorum. Ama bir bildiğim kocaman açılmış gözleri vardı karşımdaki bedenin. Söylemek isteyip de bir türlü söyleyemedikleri sanki süzülüyordu en koyu derinliklerinden.